Dr. Hamid ŞEHANAGİ
Özet
Bu analizde, Rusya’nın İran’ın nükleer programına yönelik tutumu ve işbirliği incelenmiştir. İran’ın nükleer faaliyetleri, 1950’lerde ABD ile başlasa da 1979’daki İslam Devrimi sonrasında kesintiye uğramıştır. Ardından İran, nükleer çalışmalarını Sovyetler Birliği ve Çin ile sürdürmüştür. Rusya ile nükleer işbirliği ise 1990’larda başlamış ve Buşehr nükleer santralinin inşası bu işbirliğinin temel taşlarından biri olmuştur. Çalışmada, Rusya’nın İran ile nükleer alandaki ilişkilerinin hem bölgesel hem de küresel stratejik önemi vurgulanmıştır. Ayrıca, Rusya’nın İran’ın nükleer programına yönelik politikalarının zaman içinde nasıl şekillendiği, uluslararası ilişkilerdeki dinamikler ve bu programı kendi çıkarları doğrultusunda nasıl kullandığı tartışılmaktadır. Rusya, İran’ın askeri anlamda nükleer güç olmasına karşı çıkarken, barışçıl nükleer enerji kullanımını desteklediği bir denge izlemektedir. Bu yaklaşım, Rusya’nın küresel nükleer pazarda güçlü bir konum elde etme çabalarıyla da bağlantılıdır.
- Giriş
İran’ın nükleer işbirlikleri, 1979 İslam Devrimi’nden çok daha öncesine, Soğuk Savaş dönemine uzanmaktadır. ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın girişimiyle başlatılan “Barış İçin Atom” programı kapsamında, Amerika Birleşik Devletleri müttefik ülkelerle nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı konusunda çeşitli anlaşmalar imzalamaya başlamıştır. Bu bağlamda, İran ile ABD arasında 1957 yılında sivil nükleer işbirliği anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşmanın ardından, İran; Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkeleriyle nükleer santral kurulumu ve uranyum temini gibi alanlarda çeşitli işbirliklerine yönelmiştir.
Ancak, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında, İran’ın bu ülkelerle yürüttüğü nükleer işbirlikleri durdurulmuş ve mevcut projeler askıya alınmıştır. Bu gelişmenin ardından İran, nükleer programını sürdürmek amacıyla Çin ve Sovyetler Birliği ile işbirliği arayışına girmiştir.
Bu çerçevede, İran’ın nükleer programına yönelik politikalar bağlamında Rusya’nın tutumu özel bir öneme sahiptir. Bu önem yalnızca Rusya’nın, İran’ın ilk ve en önemli nükleer tesisi olan Buşehr Nükleer Santrali’nin inşasında oynadığı belirleyici rolden kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda Rusya’nın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu’nda yer alan beş tanınmış nükleer güçten biri olması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında bulunması, söz konusu stratejik önemi daha da pekiştirmektedir.
- Rusya’nın İran’ın Nükleer Programına Yönelik Politikaları: Tutarsızlıklar ve Stratejik Derinlik
İran’ın nükleer dosyasının Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve akabinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gündeminde önemli bir uluslararası mesele haline gelmesi, Rusya’nın bu sürece ilişkin politikalarını ve yaklaşımlarını incelemeyi gerekli kılmaktadır. Ancak, Rusya’nın İran’ın nükleer programına yönelik tutumu zaman içinde çeşitli iç ve dış faktörlerin etkisiyle dalgalanmalar göstermiştir. Bu politikalar kimi zaman çelişkili nitelikler arz etmiş; yalnızca Tahran ile yürütülen nükleer işbirliğini sekteye uğratmakla kalmamış, aynı zamanda UAEA ve BM Güvenlik Konseyi nezdindeki tavırlarıyla Batılı ülkelerle paralel bir çizgiye yerleşmiştir. En iyi ihtimalle ise, özellikle ABD öncülüğündeki Batılı aktörlerin tutumlarını yumuşatma rolü üstlenmiştir. Bu durum, İran tarihinde benzeri görülmemiş nitelikteki bir dizi BM kararının çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın, İran’ın nükleer tesislerine yönelik olası bir saldırının “felaket sonuçlar” doğuracağı yönündeki açıklaması, Moskova-Tahran hattındaki stratejik işbirliğinin derinliğini ortaya koymaktadır. Ancak bu açıklama, teknik bir uyarıdan ziyade, Rusya’nın küresel prestijini koruma çabası olarak değerlendirilebilir. Zira İran’ın nükleer programına sağlanan Rus katkısının başarısızlığa uğraması, Moskova’nın “yüksek teknoloji gücü” imajını zedeleme riski taşımaktadır. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki savunma sanayi işbirliği —özellikle Ukrayna Savaşı’nda İran menşeli insansız hava araçlarının (drone) oynadığı kritik rol— söz konusu eleştirileri gölgede bırakmaktadır.
Batı’nın olası bir müdahale seçeneği gündeme geldiğinde, Rusya’nın vereceği yanıtın Suriye örneğinde olduğu gibi bir “vekâlet savaşı” formatında değil, doğrudan askeri ve diplomatik bir krize dönüşme potansiyeli barındırdığı öngörülebilir. Bu durum, İran’daki nükleer tesislerin giderek Rusya-İran ortak güvenlik alanı hâline geldiğini göstermektedir.
- İran-Rusya Nükleer İşbirliğinin Başlangıcı
İran ile Rusya arasındaki nükleer işbirliğinin temelleri, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine denk gelen dönemde atılmıştır. 1989 yılında Ayetullah Humeyni’nin vefatından kısa bir süre sonra, dönemin İran Meclis Başkanı Haşimi Rafsancani, Haziran ayında Moskova’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaret sırasında taraflar, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı konusunda işbirliği yapma niyetlerini ortak bir bildiri ile kamuoyuna duyurmuştur.
Bu süreci takiben, 24 Ağustos 1992 tarihinde İran ile Rusya arasında “nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı”na yönelik resmi bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın 1. maddesi uyarınca, taraflar ilgili kurumlar aracılığıyla, kendi ulusal nükleer programlarının ihtiyaç ve önceliklerini göz önünde bulundurarak bu alandaki işbirliğini geliştirme ve güçlendirme taahhüdünde bulunmuşlardır.
Anlaşma kapsamında, İran ve Rusya’nın başlıca hedeflerinden biri, Buşehr’de bulunan hafif su reaktörünün inşasının tamamlanması olmuştur. Bu çerçevede, İran Atom Enerjisi Kurumu ile Rusya’nın devlete bağlı nükleer inşaat şirketi AtomStroyExport arasında bir işbirliği protokolü imzalanmış ve bu adım, iki ülke arasındaki nükleer ortaklığın başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir. Bu tarihten itibaren Rusya, İran’ın en önemli ve sürekli nükleer işbirliği ortağı konumuna yerleşmiştir.
- İran’ın Rusya Açısından Stratejik Önemi
Sovyetler Birliği’nin dağılması, Rus dış politikasında ve bölgesel stratejilerinde iki temel sonuç doğurmuştur. Birincisi, İran’ın Rusya açısından jeopolitik önemi belirgin biçimde artmıştır. İkincisi ise, Moskova yönetimi Batı ile daha yakın ilişkiler kurma yönünde bir eğilim göstermeye başlamış ve bu durum Batı başkentlerinde özellikle Washington’da iyimser bir hava yaratmıştır. Bu çerçevede, ABD yönetimi, İran ile Rusya arasında gelişmekte olan nükleer işbirliğini başlangıçta ciddi bir tehdit olarak değerlendirmemiştir. Hatta bu dönemde, Rusya’nın Batı’ya yakınlaşan dış politika çizgisi göz önünde bulundurularak, Moskova’nın talep edilmesi hâlinde İran’la olan işbirliğini sınırlayacağı yönünde bir beklenti oluşmuştur. Bu bağlamda, ABD yönetimi Rusya ile ilişkilerini geliştirme stratejisini öncelikli bir hedef olarak benimsemiştir.
Başkan Bill Clinton yönetimi döneminde, İran’la ticaret yapan bazı Rus şirketlerine yönelik sınırlı yaptırım girişimlerinde bulunulmuştur. Ancak Washington, Rusya’ya karşı daha kapsamlı yaptırımlar uygulama konusunda isteksiz davranmıştır. Bunun temel nedeni, ABD’nin Rusya’daki “siyasi ve ekonomik reformların teşvik edilmesi, karşılıklı silah kontrolü ve silahsızlanma süreçlerinin sürdürülmesi, nükleer malzeme güvenliğinin sağlanması ve Çeçenistan savaşının bölgesel etkilerinin sınırlandırılması” gibi daha geniş kapsamlı hedefleri öncelikli olarak benimsemesidir.
Bu dönemde, Rusya’nın İran’a yönelik silah sevkiyatında gözle görülür bir azalma yaşanmıştır. Özellikle 1989 yılında İran tarafından sipariş edilen silahların yalnızca sınırlı bir bölümü teslim edilmiş; sevkiyatlar ise 1990’ların ortalarına kadar kademeli biçimde azalmıştır. Bu durum, Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerde gözlenen iyileşmenin pratik bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan, İran ile Rusya’nın nükleer enerjinin barışçıl kullanımına ilişkin uluslararası hukuki yükümlülüklere bağlı kalması ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerinin İran’daki tesislerde yaptığı denetimlerde herhangi bir ihlale rastlanmaması, Moskova’nın Tahran ile sürdürdüğü işbirliğini bu dönemde meşru ve sürdürülebilir bir zeminde yürütmesine olanak tanımıştır. Bu şartlar altında, Rusya’nın İran’la nükleer alandaki işbirliğini sürdürme yönündeki tutumu kısmen olumlu bir nitelik kazanmıştır.
İran, Rusya ile işbirliği çerçevesinde nükleer alanda kapsamlı kolaylıklar sağlamış ve Buşehr projesinde Rus şirketlerine öncelik tanımıştır. Ancak tüm bu olumlu zemine rağmen, projede yaşanan sürekli ertelemeler hem güvenlik gerekçeleriyle hem de ABD’nin siyasi baskılarıyla ilişkilendirilmiştir. Öte yandan, Rus yetkililer, gecikmelerin nedenini İran’ın nükleer politikadaki “belirsizliği” ve UAEA ile işbirliğindeki yetersizlik olarak göstermişlerdir. Ayrıca uluslararası yaptırımların yol açtığı kısıtlamalar da gecikmelere gerekçe olarak sunulmuştur.
Bu çifte standartlı yaklaşım, Tahran yönetiminin tepkisini çekmiş ve dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad tarafından açık biçimde eleştirilmiştir. Ahmedinejad, Rusya’nın İran’ın iyi niyetli çabalarına karşılık, güven vermeyen ve tutarsız bir tutum sergilediğini vurgulayarak, Moskova’yı çıkar odaklı ve Batı yanlısı davranmakla suçlamıştır.
- Rusya: İran’ın Askeri Anlamda Nükleer Güce Dönüşmesine Karşı
Dış politika belgeleri, devletlerin uluslararası alandaki yönelimlerini, güvenlik önceliklerini ve diplomatik stratejilerini belirleyen temel referans kaynaklarıdır. Rusya Federasyonu da bu tür belgeler aracılığıyla dış politika vizyonunu açıkça ortaya koyan ülkelerden biridir. Bu bağlamda, 2013 yılında kabul edilen Rusya Federasyonu Dış Politika Konsepti, Rus dış politikasının temel ilkelerini ve öncelikli meselelerini kapsamlı bir şekilde tanımlamaktadır.
Söz konusu belgenin 89. maddesi, İran’ın nükleer programına doğrudan atıfta bulunarak şu ifadeye yer verir:
“Rusya, İran’ın nükleer programının çözümünde, adım adım, karşılıklı ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi rejiminin gerekliliklerine tam uyum temelinde yürütülecek siyasi ve diplomatik müzakereler yoluyla dengeli bir politika izlemeye devam edecektir.”
Bu yaklaşım, Rusya’nın İran’ın nükleer meselesinde askeri müdahale seçeneğini dışlayan, diplomasi ve diyalog odaklı bir çözüm çerçevesini benimsediğini açıkça ortaya koymaktadır. Moskova yönetimi, bir yandan İran’a yönelik baskıların daha da artmasını engellemeye çalışırken, diğer yandan da “adım adım plan” gibi süreçlerle taraflar arasında arabuluculuk üstlenmeyi hedeflemektedir. Bu strateji, Rusya’nın hem bölgesel istikrarı gözettiğini hem de kendi küresel konumunu pekiştirme amacı taşıdığını göstermektedir.
Rusya’nın İran ile nükleer işbirliğine dair yaklaşımı, üç temel hedef çerçevesinde şekillenmektedir:
- Durumun tırmanmasını önlemek: Rusya, olası bir askeri müdahalenin bölgeyi istikrarsızlaştıracağını ve kendi sınır güvenliği açısından da tehdit oluşturacağını düşünmektedir.
- Konuyu diyalog ve müzakereler yoluyla çözmek: Tahran’ın uluslararası toplumla yapıcı ilişkiler içinde olmasını teşvik eden Moskova, nükleer meselenin yalnızca diplomatik yollarla çözülebileceğini savunmaktadır.
- “Adım adım plan” aracılığıyla arabuluculuk yapmak: Rusya, Batılı ülkeler ile İran arasında güven artırıcı önlemlere dayalı bir süreç önererek krizin yönetilmesinde kolaylaştırıcı bir aktör olmayı amaçlamaktadır.
Bununla birlikte, Rusya’nın bu çerçevede hareket etmesinin ardında yalnızca diplomatik kaygılar değil, stratejik ve ekonomik çıkarlar da yatmaktadır. Rusya, nükleer alandaki küresel tekelini sürdürmek ve bu alanı yalnızca BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında paylaşmak istemektedir. Bu nedenle İran’ın askeri anlamda bir nükleer güç haline gelmesine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Ancak aynı zamanda, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerjiye erişim hakkını da savunmakta; bu alanda işbirliğini sürdürmenin hem teknik hem de siyasi faydalarını gözetmektedir.
- İran, Rusya İçin Bir Pazarlık Aracı
Rusya, İran ile olan ilişkilerini ABD ile pazarlık yaparken bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Özellikle, ABD Başkanı’nın NATO’nun genişlemesi ve Avrupa’da kurulan anti-balistik füze sistemlerine dair planları değiştirmesi karşılığında, Moskova’nın İran’a yönelik baskı uygulamasını desteklemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu stratejik karşılıklı ödünleşme, Rusya’nın uluslararası ilişkilerdeki manevra alanını genişletme çabalarının bir parçası olarak görülmektedir.
Rusya açısından İran’ın nükleer pazarı, küresel rekabette önemli bir alan teşkil etmektedir ve bu alandaki nüfuzunu kaybetmek istememektedir. Moskova, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na (NPT) sadık kaldığını ve bu bağlamda herhangi bir ihlalin söz konusu olmadığını öne sürmektedir. Ayrıca, İran’ın nükleer programında şeffaflık sağlamak ve güven inşa etmek amacıyla NPT Ek Protokolü’ne tam uyum gösterdiği de vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Rusya, İran’la nükleer işbirliğini kesmeye yönelik bir neden görmemektedir. Bununla birlikte, Rusya, küresel nükleer pazarında Avrupalı ülkelerle ciddi bir rekabet içindedir ve bu stratejik alandaki boşluğu rakiplerine bırakmanın kendi çıkarlarına ters düşeceğini düşünmektedir.
Rusya’nın İran’a koşulsuz destek vermemesi, aslında Moskova’nın Tahran’ı kendi çıkarlarına daha bağımlı hale getirme çabalarıyla uyumludur. Başka bir deyişle, Rusya, İran’a karşı önleyici güç kullanımını engellemek ve Tahran’ın ihtiyaç duyduğu malzeme ve teknolojiyi sağlamak suretiyle, kendi stratejik hedeflerini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede, Rusya’nın İran’la ilişkilerindeki temkinli yaklaşımı, hem kendi dış politikasının bir parçası olarak hem de İran’ı siyasi ve ekonomik olarak denetim altına alma stratejisinin bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca, Rusya, ABD ile ilişkilerinde İran’a karşı ortak işbirliği yaparak bazı diplomatik ayrıcalıklar elde etmeyi hedeflemektedir. Bu işbirliği, İran’ın nükleer programını güçlendirme veya yumuşatma konusunda kilit bir oyuncu olma pozisyonunu pekiştirerek, Moskova’nın ABD ve İran arasındaki dengeyi kendi lehine çevirmesine olanak tanımaktadır. Bu durum, Rusya’nın İran ile olan ilişkilerini sadece iki ülke arasındaki stratejik işbirliğiyle değil, aynı zamanda küresel diplomasi ve güç dengeleriyle de ilişkilendirilen çok boyutlu bir mesele olarak ortaya koymaktadır.
Sonuç
Rusya’nın İran’ın nükleer programına yönelik yaklaşımı, derinlemesine incelendiğinde, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerden çok daha fazlasını içermektedir. Başlangıçta sınırlı bir düzeyde olan nükleer işbirliği, zamanla daha kapsamlı hale gelmiş ve özellikle Buşehr nükleer santralinin inşası gibi kritik projelerle derinleşmiştir. Rusya, İran’ın nükleer programını genellikle barışçıl yollarla çözmeyi hedefleyen bir yaklaşım benimsemiş olsa da, bu işbirliğinin arkasında hem bölgesel güç dengeleri hem de küresel stratejik çıkarlar yer almaktadır. Rusya’nın tutumu, İran’ın askeri anlamda nükleer güç haline gelmesinin engellenmesi yönünde şekillenmişken, aynı zamanda bu işbirliğinden ekonomik ve politik kazançlar sağlama çabaları da açıkça görülmektedir.
Rusya’nın, İran’la ilişkilerini ABD’ye karşı bir pazarlık aracı olarak kullanması, Moskova’nın hem bölgesel hem de küresel düzeyde kendi çıkarlarını en üst seviyeye çıkarmak için geliştirdiği stratejilerin bir parçasıdır. Bu strateji, İran ile nükleer işbirliğini sürdürürken, aynı zamanda Batı ile olan ilişkilerini de dengeleme amacını taşımaktadır. İran’ın nükleer programına ilişkin Rusya’nın tutumu, yalnızca ikili ilişkilerle sınırlı kalmayıp, küresel nükleer dinamikler üzerinde de etkili olmuştur.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın İran’ın nükleer tesislerine yönelik olası bir saldırıya karşı yaptığı sert uyarı, sadece teknik bir açıklama olmanın ötesindedir. Bu açıklama, Moskova’nın küresel prestijini ve İran’la olan stratejik işbirliğini koruma çabalarını da yansıtmaktadır. İran’ın nükleer programındaki Rus katkısının başarısızlığa uğraması, Rusya’nın “yüksek teknoloji gücü” imajını ciddi şekilde zedeleyebilir. Ancak, özellikle Ukrayna savaşında İran drone’larının Rusya’ya sağladığı katkı, bu olumsuzlukları dengelemekte ve iki ülke arasındaki stratejik işbirliğini daha da derinleştirmektedir.
Batı’dan gelebilecek bir müdahale durumunda, Rusya’nın Suriye’deki gibi dolaylı bir çatışma yerine, doğrudan askeri ve diplomatik krizle karşılık verebileceği öne sürülmektedir. Bu durum, İran’daki nükleer tesislerin fiilen Rus-İran ortak güvenlik alanı haline geldiğini ve Rusya’nın bu alandaki etkisini pekiştirdiğini göstermektedir. Sonuç olarak, Rusya’nın İran ile nükleer alandaki ilişkileri, yalnızca iki ülke arasındaki işbirliği değil, aynı zamanda küresel nükleer dinamiklerin şekillendirilmesinde de kritik bir rol oynamaktadır.