İran’da Modernleşme Hareketi ve Demokratikleşme Çabaları- İbrahim Ramazani

Eğer demokrasi günümüz anlamında hâkimiyet hakkının halka ait olması ve hükûmet yetkililerinin halk tarafından seçilmesi, güç ve hükûmetin medeni kurumlar yoluyla denetimi ve sonunda hükûmet değişikliği ise, İran’da benzeri yaşanmamıştır. İran’da modern siyasal düşünce; hâkimiyet hakkı ve halkın kendi kaderini tayin etme hakkı 19. yüzyılın ortalarında Batı’daki dönüşümler ve tecrübelerle tanışıklık sonucunda oluşmuştur. Bu da 1905’te İran’da Meşruti hareketiyle sonuçlandı. 114 yıldan beri resmî olarak İran’da anayasa, seçim, parlamento, partiler ve son zamanlarda basın, dernekler, sendikalar gibi demokratik kurum ve kuruluşlar görünürde mevcuttur. Fakat bu modern demokratik kurumların hiçbiri gerçekte ve pratikte İran’da var olmamıştır. Var olan şey bu kurumların benzeri ve karikatürü olarak değerlendirilebilir. 1979’da İran Devrimi ile birlikte meşruti saltanat rejimi cumhuriyete (İslam Cumhuriyeti) geçiş sağladı. Bu değişimlerle beklenen İran’da hâkimiyetin halka ait olması ve demokratik rejimin kurulmasıydı, fakat pratikte bu yaşanmadı.

Modernleşme olgusunun kazanımlarından biri, siyaseti genel bir eylem olarak görmesidir. Başka bir deyişle, Orta Çağ’da ve geleneksel toplumlarda siyaset, asilzadelerin özel alanı ve sıradan halkın özel yaşamı, devletin müdahale alanıdır. Modernlik (yenileşme), siyaseti genel alana taşıdı ve halkı en azından teorik düzeyde siyasette irade sahibi olarak görmeye başladı. Aslında her toplumda modernlik ve demokrasinin en önemli ölçütlerinden biri, siyasetin “halka açık” olması ve halkın evi, dili, zihni ve halvetinin özelleşmesidir (Milani, 1998: 589).

Batı’ya ait yenileşme ve demokrasi gibi birçok olgu da İran’da oturtulmaya çalışıldı. Fakat bu iş Batı’dan hazır bir araba gibi satın alınıp ithal edilip İran’da monte etmekle olmamaktadır. Teknolojik yenilikler gibi demokrasi de hızlı bir şekilde bir toplumda oturtulamaz. Demokrasi gibi olgularda tarihsel şartlar çok belirleyicidir. Batı ile İran gibi Doğu ülkelerinin tarihsel gelişimlerine bakıldığında demokratik olgular konusunda ne kadar uzak olunduğu ve ne kadar farklı yollarla izlendiği kendini açığa vurmaktadır. Batı’nın demokrasi uğrunda katettiği yolu İran katetmemiştir, ayrıca Batı’yı model almak konusunu doğru düzgün başaramamıştır. Daha kısa bir ifadeyle İran kendi yerel ve millî demokrasisini geliştirmek yolunda hiçbir plan geliştirmemiş, ayrıca Batı’nın toplumsal, siyasal ve kültürel alandaki gelişimlerini de doğru anlayamamıştır (Farasatkhah, 2000: 73).

Yönetimlerin değişikliklere başvurması aydın kesimin isteği ile birlikte bir tür ayakta kalabilme çabası olarak da gözükmektedir. Bu ayakta kalma çabalarından biri de nispi demokratikleşmedir. Çağdaş İran tarihinde demokrasiye ilk adım olarak Meşruti Devrimi örnek verebilir. Bu yazıda İran Meşruti Devrimi ilk adım olarak ele alınmıştır. İran’da Meşrutiyet’ten bahsettiğimiz zaman mutlaka Osmanlı Meşrutiyeti’nden de bahsetmemiz gerekiyor. Çünkü meşruti anlayış Osmanlı’dan bir reform süreci olarak İran’a geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da yönetim şeklinin değişimi ve Kanuni Esasi’nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bir yenilikçiliktir. İlerleyen sayfalarda İran’da partilerin ilk oluşumu ve meşrutiyetten günümüze İran’ın siyasi sistemi değerlendirilerek tarihsel bir bakışla demokrasi için verilen mücadelelerden bahsedilmektedir.

Modernleşme ve Demokratikleşme İçin İlk Adımda Osmanlı İmparatorluğu’nun Etkisi

Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da meşrutiyetin en önemli işlevi anayasanın oluşmasıydı. Osmanlı İmparatorluğu 1876’da, ilk Müslüman devlet olarak, anayasa oluşturulmasına 119 madde ile 2. Abdülhamit döneminde adım attı ve İran’da 30 yıl sonra Muzaffereddin Şah’ın 1906’da attığı imzayla Meşrutiyet Anayasası’nın ilk temelleri atıldı ve daha sonra 1907’de 107 maddeyle Muhammedali Şah’ın imzasıyla gerçekleşti.

İran’da Pirniya kardeşler ve özellikle Müşireddevle, Anayasa’nın düzenlemesi ve oluşmasında önemli katkılarda bulundular. Osmanlı’da ise Mithat Paşa, Anayasa’nın oluşturulmasında önemli role sahiptir. Burada iki önemli meseleye değinmek gerekir; birincisi, hem Pirniya kardeşler hem de Mithat Paşa, Avrupa’da eğitim veya siyasi görevleri nedeni ile Batı uygarlığı ve onun ilkeleri ile yakından tanık olmuşlardır. İkincisi ise Pirniya kardeşler ve Mithat Paşa yönetimde güçlü pozisyonlar ve güçlü bir aile geçmişine sahiplerdi. Pirniya kardeşler, babaları Mirza Nasrullah Han’ın nüfuzlu konumundan her zaman yararlanarak kendilerine yönetimde yer açmaya çalışmış ve bu yönde de başarılı olmuşlar. Aynı şekilde Mithat Paşa bürokratik bir aileden geliyordu. Mithat Paşa’nın babasının her ne kadar Pirniya kardeşler kadar yönetimde nüfuzu olmasa da Mithat Paşa kendi becerilerinden dolayı yönetimde güçlü bir pozisyon elde etmeyi başarmıştır (Rencber, 2008: 4).

Meşrutiyet ve teceddüt fikrinin çerçevesi Avrupa’da oluşmuş ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan İran’a geçmiştir. Bunun iki nedeni bulunmaktadır:

1) Teceddüt fikrinin ortaya çıkışı Osmanlı İmparatorluğu’nda, İran’dan çok daha önceydi.

2) İranlı düşünürler teceddüdün temel kavramlarını, Osmanlı İmparatorluğu’na yakın bir coğrafyada yer aldıkları için Osmanlı’dan alıp uygulamaya başlamışlardır (Saghafi, 2005, 111).

Çeşitli nedenlerden dolayı Osmanlı, İranlılar için bir toplantı merkezi hâline gelmiştir ve İranlı bilgin şahıslar ve birçok tüccar, Osmanlı’da bulunan siyasi ve ticari özgür ortamdan dolayı bu ülkede kalıp çalışmayı tercih ediyorlardı. Bu sebepten dolayı Osmanlı’da olup biten bütün siyasi reformular ve demokratik hareketlerin İran’da gerçekleşmesini arzu ediyorlardı. Bu kişiler arasında SeyyidCemaleddinAfgani, Mirza Melkom Han ve Mirza Ağa Han Kirmani’nin bulunduğunu söyleyebiliriz. SeyyidCemaleddinAfgani (Esedabadi), İran Meşrutiyeti’nin temellerinin atılmasında önemli katkılarda bulunan şahıslardan birisidir. Cemaleddin Asadabadi (Afgani) 1860’da İstanbul’a gelmiş ve orada seküler ve aydın kesimle iyi bir irtibat kurup, sürekli İslam dünyasına reform yapması için çağrıda bulunarak İslam dünyasının Osmanlı hükûmeti altında birleşmesini istemekteydi (Caferiyan, 2000: 95).

Mirza Ağa Han Kirmanide İran’dan kaçan ve Osmanlı’ya sığınan şahıslardan biriydi. Mirza Ağa Han Kirmani, İstanbul’da modernist Türkler toplantısına katılarak Osmanlı’da bulunan birçok teceddüt düşüncesine sahip insanlarla tanışmıştır (Turabi. F, 2005: 139), bu yüzden İranlı düşünür ve yazarların birçoğunun eserleri o dönemde İstanbul’da yayımlanmaktaydı. Bu düşünürlerin hepsi Osmanlı aracılığıyla Batı’nın modern düşünceleri ile tanışmış ve özellikle Batı’da bulunan siyasi sistemi, İranlı gençlere ve İran halkına anlatmaya çalışmaktaydılar (Maragei, 1983: 19-20).

İki ülke arasındaki iletişimde Osmanlı’da ikamet eden İranlıların Meşrutiyet’e katkı ve faaliyetlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin bu dönemdeki İran politikaları, kamuoyu ve basının bakışının önemi ortaya çıkmaktadır.

Yenileşmeye karşı olan gruplar, iki toplumda da birbirine benzemekteydi. Fakat İran ve Osmanlı’da yeniliklere karşı olan muhalif grupların birbirinden etkilendiğine dair bir bilgi mevcut değildir. İran’daki mollalar ve Osmanlı’daki şeyhülislamlar ve yenileşme sebebiyle ayrıcalıklarını kaybedecek olan kesimler iki ülkede de benzer faaliyetlerde bulunmuşlardı. Gerçi bu grupların bazı farklılıkları vardı. Örneğin; Osmanlı yenileşmesine muhalif yeniçeri faktörü İran’da yoktu, buna karşın İran’ın modernleşmesini istemeyen Rusya faktörü de Osmanlı’da mevcut değildi (Rencber, 2008: 11).

Hareketin liderliğinin özelliğinden kaynaklanan nedenlerden dolayı İran Meşrutiyeti, düşünce ve ideal yapısına en yakın örneğini Osmanlı’da bulmuştu. 1839 yılında Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun okunmasıyla başlayan Osmanlı’daki reform süreci, benzer bir monarşik sisteme sahip olan İran gibi bir İslam ülkesine de örnek oldu. İran’daki siyasal yapıyı değiştirmek isteyen aktörler, büyük ölçüde aynı süreci yaşamış olan Osmanlı’nın siyasal ve kültürel çevrelerinin etkisi altında kaldı (Rencber, 2008: 14).

İran Meşruti İnkılabı’nda birçok etkeni sayabiliriz. Ancak bunun bir bölümü, Osmanlı İmparatorluğu ve onda meydana gelen değişimlerdir. Osmanlı, İran’ın Batı’ya açılış yoluydu ve dünyada ortaya çıkan yenilikler Osmanlı’dan İran’a geçiyordu. İranlılar, Osmanlı aracılığıyla fikir açısından Batı dünyasından ne kadar geride kaldıklarını öğrenmekteydiler. İran’da meşrutiyet uluslararası değişimler ve gelişmelerden etkilenmiştir.

İran’da Partilerin Oluşumunun İlk Aşaması

İran’da parti türünden örgütlenmelerle ilgili ilk belirtiler Nasıreddin Şah hükûmetinin ortalarında görülmüştür. Bu açıdan İran dünya ülkelerinin birçoğu ile karşılaştırıldığında iyi bir konumdadır. Fakat Batı’da gelişen partilerle kıyasta ciddi bir geri kalmışlık söz konusudur. İran parlamentosunda partilerin resmî oluşum tarzı, Batılı parlamentolarda oluşan partilere benzemektedir. Birinci Millî Meclisin kısa dönemi milletvekillerini sınıflandırma fırsatına sahip değildi. Ama İkinci Meclisin başlarında iki parti kuruldu. 1908’de İran’da iki parti kuruldu; biri devrimci, diğeri ise itidalcı.  Aynı yılda Meşrutiyet’in İkinci Meclisinin açılışında resmî olarak bu iki parti biri “Hizb-i Demokrat-i Amiyun” ve diğeri “ Hizb-i İçtimaiyun-i İtidaliyun” adlarıyla kendilerini Meclis’e tanıttılar. Bu iki partinin yanı sıra İttifak ve Terakki gibi partiler de sınırlı milletvekilleriyle faaliyet göstermekteydiler. Dolayısıyla sayılarının çok az olması etkili olamamalarıyla sonuçlandı (Bahar, 1984: 11).

Kurulan partilerin tümü aşağı yukarı ruhbanlar, esnaf, tüccarlar ve aristokratlardan oluşmaktaydı. Bu konuda da Batılı partilerinin oluşumuna benzerlik göstermektedir. Fakat birçok farklılıklar bu şartları birbirinden ayırt etmektedir. Her ne kadar İran’da partilerin açık bir biçimde oluşumu Meclis’in, özellikle de İkinci Meclisin başlamasıyla birlikte resmî olarak tezahür etseler de fakat ilk girişimler ve arka plan çalışmalar görünürde Meclis fraksiyonlarının oluşumuyla ilgili değildir. Belki bundan daha önce İran’da şekillenen gizli örgütlerle ilişkilidir.

Meşruti Devrimi esnasında hatta bir parti teşkilatı da oluşmadı ve bu işin başını çeken ve üstlenen siyasi teşkilatlar gizli derneklerdi (İttihadiye, 2002: 117). İster millî partiler ister sol partiler olsun İran’ın ilk partilerinin kökü meşrutiyet derneklerinde mevcuttu (Modirşaneçi, 2006: 29).

Gizli derneklerin faaliyetleri incelendiğinde:

İlk olarak İran’da ilk siyasi örgütler gizli olarak oluşmuştur. Bu dernekler, Batı toplumlarının siyasi örgütlerinden daha çok geçmiş yüz yıllardaki Doğu toplumlarının gizli derneklerine benzerlik göstermektedir.

İkincisi ilk siyasi örgütlerin varlık nedeni hâkim rejime karşı mücadeleydi. Bu partiler çoğunlukla direniş ve mücadelenin devrimci çekirdeği olmuştur.

Üçüncü bu örgütlerde birbirinin yanında yer alan unsurların ortak yanları, işlerin iyi yürütülmesi ve partinin ideolojisine inanmaktan daha çok rejimle muhalefet ve rejimi yıkmak amacıyla işbirliği yapmaktaydılar (Modirşaneçi, 2006: 30-38).

Meşrutiden Günümüze İran’da Demokrasi Arayışları

İran çağdaş tarihini incelediğimiz zaman demokrasi talebi siyasal ve toplumsal hareketlerin en önemli hedeflerinden bir olmuştur. Fakat İran’da demokrasi köklü bir şekilde oturtulmadı.

Parlamenter sistemin en önemli özelliklerinden 12 yılık bir dönemde (Ş. 1320-1332), kabine istikrarsızlığı olmuştur. Bu 12 yıllık dönemde 12 başbakan ve 17 kabine kuruldu ve toplam 23 kez kabinelerde değişiklik yapıldı. Kabine istikrarsızlığı yürütme organını etkisiz hale getirmişti. Ancak hükümet içinde olan aydınlar sürekli bakanlıklarda yer almaktaydılar (Azimi, 1993: 223).

İran geçmiş son 100 yıl içerisinde iki devrim geçirmiştir.  İran çağdaş tarihinde siyasal ve toplumsal hareketleri oluşumunda demokrasi talebi her zaman en önemli hedeflerden biri olmuştur. Bu aşamalarda 6 tarihî dönemden söz edebiliriz;

Birinci dönem, Meşruti dönemidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Meşruta Anayasası yazıldı ve buna bağlı olarak meşruti siyasal sistemi kuruldu.

İkinci dönem, 1945 yılında Güney Azerbaycan’da bir dönüm noktası olan Tebriz merkezli Seyyid Cafer Pişeveri önderliğine Millî Hükümet kurulmuştur. Bir yıl iktidarda kalan bu hükûmet dönemi, Güney Azerbaycan siyasi tarihi açısından son derece önem taşımaktadır (Ramazani, 2015: 71)

Gelişmeler karşısında Tahran yönetiminin gözdağı verme çabalarına rağmen 19 Kasım’a kadar yapılan 180’i aşkın gösteri ve toplantıda Azerbaycan Halk Kongresi’ne seçilen 687 temsilci Tebriz’e gelir. 20-21 Kasım’da yapılan Azerbaycan Halk Kongresi’nde Pişeveri, mevcut durumu değerlendiren bir konuşma yaptıktan sonra Kongre, İran Şahı’na, Meclis Başkanı ve Başbakan’a yönelik yedi maddeden oluşan bir beyanname sunarak, isteklerini kabul ettirir. Azerbaycan halkının başlıca istekleri bu belgeye yansımıştır. Beyanname aynı zamanda dünyanın demokratik devletlerine de hitap etmektedir. Beyanname şu şekildedir: “Biz dünyaya duyuruyoruz ki, yeryüzünde bir millet mevcuttur olup, o kendi hukukunu bütün vasıtalarla korumaya karar vermiş bulunmaktadır. Asya’nın bir köşesinde bu millet, kendi azatlığı için demokrasi bayrağını kaldırmıştır.”  (Ramazani, 2015: 84).

Üçüncü dönem, Rıza Han’ın devrilmesinden 1953’e kadar olan süredeki siyasal sistemdir. Buradaki sistem meşruti siyasal sistemi gibi olmuştur. 1953’te CIA ve Britanya istihbaratı hazırladıkları bir darbe ile İran’ın demokratik bir seçimle başa gelmiş hükûmetini devirdiler: Muhammed Musaddık hükûmetini. Darbenin artçı şokları hâlâ hissedilmektedir. 1951’de Başbakan Musaddık, petrol sanayisini devletleştirerek Britanya’ya karşı çıktı. MusaddıkAnglo-IranianOilCompany adlı şirketin tekelinde bulunan büyük petrol rezervlerinden İran’ın yararlanması gerektiğini savunuyordu. Şirket daha sonra British Petroleum (BP) adını aldı (Gazyorskie, 1989: 10-12). Burada bahsetmemiz gereken önemli bir mesele de 1963 olayları, Muhammed Rıza Şah’ın adlandırdığı Beyaz Devrim’dir. 19 maddeden oluşan bu ıslahatın en önemli ve ilk uygulamaya geçen 6 maddesi: Daha kapsamlı bir toprak reformunu, ormanların millileştirilmesi, işçilere kâr payı verme, seçim kanunların değiştirilmesi ve kadınlara oy hakkı verme, sosyal yardıma yönelik tedbirler ve kapsamlı eğitim paketi (Pahlevi, 2007: 106-108), hızlandırdı. Bu rejimin toplumsal temelini genişletmeyi amaçlayan bir girişimdi ve bazı önemli sonuçlar yarattı. Bazı bölgelerde, en zengin ailelerin gücünü etkilemeden, büyük toprak sahiplerinin egemenliğini büyük ölçüde kırdı. Ayrıca, orta köylülüğün genişlemesini sağladı ve kırsal kesimin zirai işletmecilik (agri-business) ile tanışmasına yardımcı oldu; çok sayıda yoksul köylüyü şehirlere çekerek onların emek gücü olarak sanayi sektörüne katılmalarını sağladı. Benzer şekilde, çok sayıda insanı şimdi çok daha genişlemiş olan devlet aygıtına kattı ve serbest meslek sahipleriyle yönetici konumundaki devlet görevlilerinden oluşan yeni bir küçük burjuva sınıfının doğmasına yardımcı oldu.

Dördüncü önemli dönem, 1979 İran İslam Devrimi olmuştur. Bu dönem, ülkenin saltanat olarak değil demokratik bir şekilde yönetilmesi en önemli isteklerden birisi ve hatta devrimin sebebi olmuştur (Katuzian, 1380: 207). İran İslam Devrimi döneminde çok sayıda siyasi kuruluş da etnik kimliği esas alarak örgütlenmiştir. (Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi, (Halk veya Halk-ı Müslüman olarak bilinmektedir) 25 Şubat 1979’da kurulur. Bu parti, bütün etnik grup mensuplarını üye olmaya çağırmasına rağmen, bu çağrıya daha ziyade Azerbaycan vilayetlerinde ikamet edenler ve Tahran’da yaşayan Azerbaycanlı pazar esnafını oluşturan Azerbaycanlı tüccarlar arasında yankı buldu. Zira parti mensuplarının birçoğu Ayetullah Şeriatmedari’ye bağlılardı (Ramazani, 2015: 86). Burada Halk-ı Müslüman’ın isteği güçlerin tek bir kişi elinde bulunmaması yönündeydi. Bunun için Şeriatmedari ve taraftarları Humeyni sadece bir dinî lider olarak kalmasını istiyordular. Ayrıca Fars olmayan başka milliyetlerinde geniş haklara sahip olma hakkı Halk-ı Müslüman’ın diğer isteklerindendi.

Beşinci önemli dönem, reform dönemi denilen ve Hatemi dönemi (1997-2005) olarak bilinen dönemdir. Reform döneminde birçok özgürlüklerle birlikte yasa dışı hareketler, sivil ve siyasi özgürlüklerin kısıtlanmasını görebiliriz (Bashiriyeh, 1381: 189). Farklı düşüncede olan düşünürler ve aydın kesim hapse atılarak, 7. Dönem Meclis seçimlerinde yeni dönem için 86 milletvekilinin adaylığı geçersiz sayılarak muhafazakâr kesimin Meclis’e girmesi sağlandı (Yasenov, 1382/10/24). Hatemi’ye göre İran’da din olmadan demokrasiden söz edemeyiz;“Biz Amerikan demokrasisi değil dinî demokrasi istiyoruz. Halkımızda bunu istiyor” (Kirmanşah’daki konuşması, 2005). Bu dönemi, İran Devrimi’nden sonra bir nevi İran’ın dünyaya açılışı olarak da görmek mümkündür. Ancak Hatemi’nin dinî ve İslami bir demokrasi uygulama çabaları istenilen sonuçları getirmedi. Nitekim Hatemi cumhurbaşkanlığının son aylarında “Benim değişim yapmak için zerre kadar yetkim yoktu.’’ demişti. Bu dönemden sonra Ahmedinejad dönemi İranlı düşünürler nezdinde bir gerileme dönemi olarak bilinmektedir.

Son olarak İran’da yaşanan en önemli olaylardan biri de Yeşil Hareket olarak bilinen 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerine olan itirazlar ve bir nevi demokrasi arayışıydı. Devrimin otuzuncu yılına denk gelmesi, dolayısıyla da çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır ayakta kalabilmeyi başarmış İslamcı rejimin “özde demokratik karakterinin” dünya kamuoyuna sergilenmesi açısından psikolojik bir önem de taşıyan 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönetimde bulunan Hamaney ve Ahmedinejad gibi radikal kanadın tüm bu beklentilerinin aksine, rejim bünyesindeki kırılganlıkların ilk defa böylesine net bir biçimde gözler önüne serildiği olaylara sebebiyet vermiştir.

Dört yıllık görev süresinin sonunda, ikinci kez adaylığını koyan MahmudAhmedinejad, Meclis eski başkanlarından Mehdi Kerrubi, Devrim Muhafızları’nın eski komutanlarından Muhsin Rızai ve Humeyni döneminin başbakanlarından Mir Hüseyin Musavi gibi devrim sonrası İran’ının popüler bu dört şahsiyetinin yarıştığı seçimlerin bir önemli özelliği de ilk kez olarak bu kişilerin televizyon karşısında görüş ve propagandalarını aktaracakları programlara izin verilmesi olmuştur. Bu süreçte muhalefet bir blok olarak, 1980’li yıllardaki katı siyasi çizgisinin aksine çok daha ılımlı bir imaj çizen, ileriki yıllarda reformcu kimliğiyle tanınan eski Cumhurbaşkanı Hatemi’ye danışman olarak hizmet etmiş ve söylemlerinde yenilikçi çizgiyi sürdüreceği vaatlerinde bulunan Mir Hüseyin Musevi’nin etrafında toplanmıştır. 2005 yılı seçimlerindeki düşük katılımın aksine, İranlı seçmenlerin yaklaşık %85’inin sandık başına gittiği 2009 seçimlerinden Ahmedinejad oyların %63’ünü alarak birinci çıkmış, en yakın takipçisi Mir Hüseyin Musevi ise %34’ler seviyesinde bir oy alarak seçimi kaybetmiştir. Nitekim sonuçların ilanının hemen öncesinde polisin başkent sokaklarında aldığı yoğun önlemler, oy sayımının çok kısa bir sürede açıklanması, oyların dağılımına ilişkin tahmin edilemeyen bu denli büyük fark ve son olarak da Hamaney önderliğindeki konseyin Ahmedinejad’ı tebrik etmekte aceleci davranması, sonuçlara şüpheyle bakan muhalefetin seçimlerin hileli olduğu yönündeki kanısını daha da güçlendirmişti (Jalili, 2011: 164). Bu olaylarda halk, oylarının çalındığını iddia ederek seçim sonuçlarını protesto ediyordu.

İran Siyasi Sisteminin Genel Bir Değerlendirmesi

Seçim olgusu 19. yüzyıl Avrupa’sında önem kazanmaya başladı. Çünkü bu yüzyılda radikal gruplar toplumun geleneksel liderleri tarafından seçilen yönetimleri sorgulamaya başladılar. Aslında bu gruplar rekabet yoluyla seçilen ve tüm yetişkin kişiler karşısında sorumluluk sahibi olan temsili yönetim talebindeydiler. Bazı ülkelerde oy hakkına sahip olmak ve bu hakkın yaygınlaşması bir asırdan fazla zaman aldı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar Avrupa ülkelerinin çoğu büyük oranda oy hakkını sınırlamışlardı ve yönetimler seçilmiş bir parlamentodan daha çok kral karşısında sorumluluk taşıyorlardı. Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında birçok Avrupa ülkesi oy hakkını artırdı fakat bu yeni demokrasilerin iktidarları devrildiler ve diktatörler onların yerini aldı. Sadece 1945’te, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi sonucunda özgür rekabete dayanan seçimler Batı Avrupa’da kabul edilmiş bir ölçüt kazandı ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra bu durum Doğu Avrupa’da da gerçekleşti (Rose, 2011: 42).

İran’ın kuruluşundan itibaren bu ülkede toplumun düzeni ve idaresi birkaç adama bağlı saltanat ve şah rejimi tarafından yönetilmişti. Tarihin farklı aşamalarında sultanlar ve şahlar halkın meşruiyetine gerek duymadan ülkenin idaresini ele geçirip halkın iradesine sahip oldular. Yaklaşık yüz sene önceden beri şahların yetkilerini azaltma ve halkı yönetime ortak etme çabaları gerçekleşmiştir. Bu çabalar Muzaffereddin Şah döneminde anayasacılık talepleri kalıbında başlamıştır. Bu dalga, İran’da Millî Meclisin oluşumu ve ilk Anayasa’nın yazılmasına neden oldu. Bu sayede, halk her ne kadar sınırlı da olsa, ülke yönetiminde pay sahibi oldular. Bu hareket oluşum sürecinde inişli çıkışlı yollar izlemiştir. Öyle ki Pehlevi döneminde de Millî Meclis olmasına rağmen, ülkenin idari yönetimi hâlâ saltanat şeklindeydi ve halk kendi kaderini tayin etmekte çok az bir role sahip idi. 1979 Devrimi’nden sonra İran’da gerçek demokrasinin gerçekleşmesine dair umutlar filizlendi. Fakat devrimden kısa bir süre geçtikten sonra devrim teorisyenlerinin ve önderlerinin ülkede bilinen demokratik usullere uymayan yeni bir sistem oluşturma niyetinde oldukları anlaşıldı. Bu yeni sistem dinî demokrasi ve Velayeti Mutlak-i Fakih esasına göre şekillenmiş ve Anayasa yazımının temelini oluşturmuştur. Böylesi bir yaklaşımda, saltanat rejiminin kalkmasına rağmen halkın kendi kaderini belirlemede yetkisi sınırlanmış oldu ve ülkenin demokratik yönetim ilkesi zedelendi. Bunlara rağmen İran’ın hukuk düzeninde birçok diğer ülkeler gibi devlet makamlarının bazıları seçim yoluyla tayin edilir. İslami parlamento milletvekilleri, İran dinî liderini seçen Uzmanlar Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı makamları genel seçimler yoluyla seçilmekteler. 1989 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı ve milletvekilleri genel seçimlerle halk tarafından 4 yıllığına seçilir. İran Anayasası’na göre güç dinî lider makamında odaklanmaktadır. Dinî lider Uzmanlar Meclisi yoluyla ömür boyu olarak seçilmektedir gerçi Uzmanlar Meclisinin üyeleri halkoyuyla seçilirler. Fakat ileride de değinileceği üzere Uzmanlar Meclisine seçilme hakkı kazanan kişiler dinî liderin önceden bizzat seçtiği Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından onaylan adaylardır. İran’da dinî liderin yetkileri çok geniştir. Anayasa’nın (1989) 5.Madde’si kararına göre; “Kayıp imamın döneminde İran İslam Cumhuriyeti’nde ümmetin velayeti ve imameti sadece ümmetin yüce liderlik ve dindarlığa sahip bilgili, cesur, becerikli yöneticiye aittir ve 107.Madde’ye istinaden dinî lider bu görevi üstlenmektedir.” 57. Madde’de de şu ifade yer almıştır: “İran İslam Cumhuriyeti’nde hâkim güçler; yasama, yürütme ve yargı erklerinden ibarettir. Bu erkler Velayeti Mutlak-ı Fakih’in (dinî lider) denetimi altındadır. Bu erkler birbirinden bağımsızdır.” Bu önemli maddede dinî lider adı geçen üç gücün ötesinde yer almıştır. Başka bir deyişle her üç güç, dinî lider denetimi altında faaliyet göstermektedir. Bu madde ile ilgili bazı devlet sorumluları ve Anayasa yorumcuları dinî liderin velayetini Anayasa ötesinde görmektedirler, yani dinî lider Anayasa’ya göre daha üstün konumdadır. Anayasa’nın (1989) 110. Madde’sine göre dinî liderin yetkileri şunlardan ibarettir:

  1. Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi ile istişare etikten sonra İran İslam Cumhuriyeti rejiminin genel siyasetlerini belirlemek,
  2. Rejimin genel siyasetlerinin iyi yürütülmesini denetleme,
  3. Referandum fermanı,
  4. Tüm silahlı kuvvetlerin komutanlığı,
  5. Savaş ve barış ilanı ve kuvvetlerin seferber edilmesi,
  6. Atama, görevden alma ve istifaları kabul etme: a) Anayasa Koruyucular Konseyinin fakihleri, b) Yargı organının en yüksek makamı, c) İran İslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Başkanı, d) Genelkurmay Başkanı, h) Devrim Muhafızları Komutanı, e) Üst düzey askerî ve polis komutanı.
  7. Erkler arasında sorun çözme ve ilişkileri düzenleme,
  8. Rejimin normal yollarla çözülmeyen sorunlarını, Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi yoluyla çözmek,
  9. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildikten sonra kararın imzalanması, cumhurbaşkanlığı adaylığına uygun kişiler, seçimlerden önce Anayasa Koruyucuları Konseyi onayı ve birinci aşamada dinî liderin onayını almalıdır,
  10. Yüksek mahkeme cumhurbaşkanının yasal görevlerini yerine getirmeme kararı verdikten sonra veya parlamentonun kendisini yetersiz bulduktan sonra, ülke yararlarını dikkate alarak cumhurbaşkanını görevden alma,
  11. Yargı başkanının önerisi üzerine İslami yasalara uygun olarak mahkûmların cezalarını hafifletmek veya affetmek.

Zikredilen tüm hususlara göre ülkede tüm silahlı kuvvetler dinî lider komutanlığı altındadır ve komutanlar, dinî lider tarafından atanır. Ülkede birçok önemli makamlar da kendisi tarafından atanmaktadır. Bunlara ek olarak ülkenin genel siyasetlerini de belirlemektedir. Yargı organı başkanını atar. İşte bu yüzdendir ki dinî liderin yetkileri halk tarafından seçilen makamların yetkileriyle hatta cumhurbaşkanıyla kıyas edilecek değildir.

Sonuç ve Değerlendirme

Osmanlı’nın İran Meşrutası’na önemli bir katkıya sahip olması ve demokratikleşmeye atılan ilk adımda olan katkılarından bahsettik. Ancak İran için önemli olan Meşruti sonrası durumdur. İran Meşrutiyet’ten sonra her taraftan yabancı güçler tarafından işgal edildi. İran’da Meşruti anlayışı sadece fikir açısından önem taşımaktaydı ve I. Dünya Savaşı sırasında da İran’ın ister istemez savaşa bir tür dâhil edilmesi Meşruti’nin somut sonuçlarını ortadan kaldırmıştır.

İran, II. Dünya Savaşı döneminde veya savaş sonrasında demokrasiye girişi bir şekilde tecrübe etmiştir. Fakat demokrasi tecrübeleri dış güçlerin müdahalesi ve askerî darbelerle sonuçlanmıştı. İran’da devlet her zaman doğrudan toprağa malik olmuştur. Tüm ekilmeyen ve boş arazileri kendi mülkü olarak görmüştür. Çok ender ve seyrek bir biçimde küçük burjuvazi olmuştur. Toprak devlet tarafından farklı hizmetler karşılığında hibe (ikta) olarak devredilirdi. Tarım ve ekicilik İran’da, pazar ve ticaret ekonomisi amacıyla değil belli geçim kaynağı olmuştur (Recepzade, 2007: 119).

Şu soru defalarca araştırmacılar ve aydınlar tarafından sorumuştur; neden İran halkı 100 yıla aşkın bir sürede meşruti hareketi, özgürlük ve demokrasi için ardı kesilmeyen çabalar hatta cumhuriyet rejimi altında da bu amaçlara ulaşmaktan aciz kalmıştır?

Burada İki önemli etkenden bahsedebiliriz. Biri objektiftir diğeri ise subjektif, objektif hususta toplumsal-ekonomik geri kalmışlık şimdiye kadar demokrasi projesi, insan hakları ve İran’da demokratik kurumları sekteye uğratmıştır. Subjektif boyutta, devlet ve gücün meşruiyet kaynağının göksel olması söz konusu modern kavramların gerçekleşmesini yenilgiye uğratmış veya en azından kriz ve karışıklığa sürüklemiştir.

Çok yönlü ekonomik değişimler, yaşam koşullarındaki değişiklikler ve kentleşmenin, eğitimin ve okuryazarlığın yaygınlaşması ve refah ve geçim kaynaklarının geliştirilmesi ve aynı zamanda yaşam biçiminin değişmesi ile birlikte özgürlük ve demokrasi, sivil toplum ve insan hakları gibi modern sorunların ve taleplerin gerçekleşmesine zemin hazırlamak kaçınılmaz olacaktır. Batı’da ise aynı süreç katedilmiştir. Bu husus İran’da çok az dikkate alınmaktadır. 150 seneden beri aydınlar ve demokrasi arayışında olanlar, halkın görüşlerinde değişim yaratmak için sürekli yazılar ve konuşmalar yoluyla halkı bilinçlendiriyorlardı. Fakat pratikte devrimci ve ideal yaklaşımlara eğilerek işin modern ve demokratik anlamda algılanmasına dikkat etmemişler. Hatta siyasal bilimlerde de genellikle hükûmette olan insanları değiştirmeye gayret etmişler, medeni ve genel dönüşümlere az önem vermişlerdir.

Fakat genel kültürde devlet ve gücün meşruiyet kaynağı demokrasinin gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesiyle özgürlükler, insan hakları ve diğer modern kurumlar ve kavramlarla doğrudan ilişkilidir.

Dolayısıyla hükûmet kurmak, medeni kurumlar ve kanun düzenlemek gibi hususlar insanoğlunun doğal hakkı ve yetkilerinden sayılmaktadır. Eğer bu iki varsayım ve ön şart olmazsa demokratik rejim ve modern insanın gerçekleşmesini de beklemek doğru olmaz. Batı tecrübesi de bunu göstermektedir. İran tarihine başvurduğumuzda Antik İran’dan Meşrutiyet’e kadar saltanatın ilahi bir hak olduğu kanısı modern toplumsal ve siyasal düşüncelerin Batı’dan İran’a girdiği zaman Şii, İslami ve İrani geleneğin dil ve düşüncesinde yer edinmediği görülmektedir.

Anayasa’nın taslağında Muhammedali Şah’ın ısrarı sayesinde şu ifade yer almıştır: “Saltanat ilahi bir muhabbettir ve millet tarafından şaha verilmektedir.” Gerçi bu ilkenin onaylanmasıyla bir adım ileri atıldı fakat yine saltanat ilahi muhabbet olarak bilinmiştir. Meşrutiyet Anayasası böylesi bir çelişki içinde yazılmıştır. Dolayısıyla modern demokratik bir rejime dönüşmesi mümkün değildir. İran Devrimi’nde siyasal rejim cumhuriyete dönüşse de ama yine de sorun çözülmedi belki Velayeti Mutlak-ı Fakih ilkesinin onaylanması ve teokratik hükûmetin tesisi modern ve şeriat arasındaki çelişkinin derinliğini artırdı.

İslami cumhuriyette gerçek ve tüzel engeller nedeniyle ne cumhuriyet gerçek anlamında mevcuttu ve ne de demokrasi, parlamento, seçimler, basın ve diğer demokratik kurumlar açık ve ciddi anlama sahiptir. Anlaşılan modern bir toplum ve devlete erişmek ayrıca tedrici dönüşümlerin yaşanması için iktidar rejimi ile medeni ve barışçıl faaliyetlerle eleştirel karşılaşma dışında bir yol aramak mümkün değildir.

Kentleşme, eğitim ve üniversite merkezlerinin yaygınlaşması, İran’ın genç nüfusu, ulaşım yolları, küresel şartlar ve bölgesel değişimlerle İran toplumu öyle bir aşamaya varmıştır ki her zamandan daha fazla demokratik ortama hazırdır. Demokrasinin oluşması ve modern toplumun oluşması için önemli adımlardan biri medeni kurumların inşasıdır. Etnik, kadın, öğrenci, işçiler, öğretmenler, gazeteci hareketleri her gün daha da derinleşmektedir.

Kaynakça

Azimi. F (1993), İran’da Demokrasi Buhranı, Elburz Yayınları, Tahran.

Beşiriye. H (1384), İran Siyasi Sosyolojisine Giriş, Negah-i Muasır Yayınları, Tahran.

Ferasathah. M (2000), İran’da İki Asırlık Demokrasi ve Gelişme Denemesi, İttilaati Siyasi İktisadi Dergisi, S. 171. s. 72-81.

Gazyorskie. M.J (1989), 28 Ağustos 1953 Darbesi (Çev, Necati. GH), ŞirektiSehamiİntisar, Tahran.

İran Anayasası – 1989.

İttihadiye, M. (2002), Meşrutiyet Dönemi’nde Siyasal Partilerin Ortaya Çıkışı ve Dönüşümü, birinci baskı, Siyamek Yayınları, Tahran.

Caferiyan, R. (2000), Tarihî Makaleler, Dalil Yayınevi, Kum.

Calili. M.R &Thierry. K (2011), İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi, Çev: Reşat Uzmen, İstanbul.

Katuziyan, M. (1380), Ulus Devlet Çatışması, Ney Yayınları, Tahran

Maragei, Z. (1983) İbrahim Bey Seyahatnamesi, Sepide Yayınevi, Tahran.

Meliküşşuara, Bahar. (1983), İran Siyasi Partilerin Kısa Tarihi, cilt; 2, birinci baskı, Amir Kabir yayınları, Tahran.

Milani, A. (2005), ABD Dış Politikası ve İran’da Demokrasinin Geleceği, MotaleateRahbordi Dergisi (Stratejik araştırmalar Dergisi), Sayı 29. s. 563-584.

Modirşaneçi, M. (2006), Siyasi Cemiyetler ve Partiler Kültürü, birinci baskı, Nigah-i Muasır, Tahran.

Pehlevi, M. (2007), Büyük Medeniyete Doğru. Pars Yayınları, Los Angeles.

Recepzade, A. (2007), Toplumsal Tabaka ve Demokrasi, İran Sosyoloji Dergisi, Sayı 30, s. 112-141.

Rencber, M. (2011), İran’da Meşruti İnkılabı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Etkisi, İslam Tarihi Dergisi, Sayı 33.

Rose, R. (2001), Uluslararası Seçim Ansiklopedisi, İçişleri Eğitim ve Araştırma Merkezi, Tahran.

Sagafi. M (2005), İran Aydınlarının Kaçar Dönemindeki İranlı Aydınların Siyasi Çabaları, Goftegu Dergisi, S. 44.

Turabi F. S (2005), Modern Devlette Meşruti, Tarihi İran Yayınevi, Tahran.

YaseNev Gazetesi, 1382/10/24.

İlginizi Çekebilir

Ali Merdan Topçubaşı’nın Ziya Gökalp Hakkında Görüşleri- Dr. M. Rıza HEYET

Birinci Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucularından ve en etkili şahsiyetlerinden olan Ali Merdan Bey Topçubaşı, 1918-1920 yılları