İran-İsrail Gerilimi Çerçevesinde İran’ın İç Siyasi ve Sosyo-Ekonomik Kırılganlıkları – Dr. M. Rıza HEYET

 

Giriş

13 Haziran 2025 tarihinde İsrail tarafından İran’a karşı başlatılan hava harekâtı, yalnızca iki ülke arasındaki tarihsel düşmanlık bağlamında değil, aynı zamanda Orta Doğu’nun mevcut jeopolitik mimarisi üzerinde dönüştürücü etkiler yaratma potansiyeline sahip, çok katmanlı ve karmaşık bir kriz dinamiğini tetiklemiştir. İran’ın nükleer altyapısı ile kritik askeri ve komuta merkezlerinin hedef alındığı bu saldırıya, Tahran yönetimi, hava savunma sistemlerini devreye sokarak ve yaklaşık yüz insansız hava aracını İsrail topraklarına yönlendirerek yanıt vermiştir.
Bu gelişme, uzun yıllardır “gölge savaş” biçiminde sürdürülen İran-İsrail geriliminin açık askeri çatışma boyutuna geçmesi anlamına gelmektedir.

Bu sürecin yalnızca dış politika ve güvenlik boyutları değil, İran’ın zaten ciddi kırılganlıklar sergileyen iç siyasal ve sosyo-ekonomik yapıları üzerinde de doğrudan ve dolaylı etkiler üretmesi beklenmektedir. Ayrıca, çatışmanın bölge ülkeleri açısından yarattığı riskler ve fırsatlar da dikkate alındığında, söz konusu krizin yalnızca iki taraflı değil, bölgesel ve küresel ölçekte yankı doğuracak bir dönüşüm eşiği oluşturduğu görülmektedir.

1. İran’ın Yanıt Stratejileri ve Bölgesel Yayılma Olasılığı

İran yönetimi, doğrudan büyük çaplı bir savaşın yol açabileceği ağır askeri, ekonomik ve siyasal maliyetlerin farkında olduğu için, mevcut koşullarda asimetrik ve vekil güçler aracılığıyla kontrollü misilleme stratejisine yönelmiş görünmektedir. Bu bağlamda, İran’ın çeşitli düzeylerde uygulayabileceği cevap mekanizmaları arasında siber saldırılar, enerji güvenliğini tehdit eden eylemler, vekil grupların bölgesel aktörlere yönelik dolaylı saldırıları ve diplomatik alanda yeni ittifak arayışları öne çıkmaktadır.

Bununla birlikte, çatışmanın yanlış hesaplamalar, kontrol dışı aktörlerin inisiyatif alması ya da sembolik düzeyde yüksek etkili bir saldırının (örneğin bir üst düzey siyasi ya da askeri liderin hedef alınması) sonucunda hızla daha geniş çaplı ve çok cepheli bir savaşa evrilme riski göz ardı edilemez. Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye gibi ülkeler, bu tür bir yayılma dinamiği açısından en kırılgan alanları oluşturmaktadır.

Türkiye, ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere bölgesel ve küresel aktörlerin, çatışmanın kontrollü sınırlar içinde tutulması yönünde yoğun diplomatik baskı yürüttükleri gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, Körfez bölgesindeki deniz ticaret yolları ve küresel enerji piyasaları üzerindeki belirsizlik, dünya ekonomisi üzerinde dalgalanma yaratma potansiyelini korumaktadır.

Mevcut kriz bağlamında, yalnızca askeri alanda değil, diplomatik düzlemde de İran’a yönelik baskıların giderek yoğunlaştığı görülmektedir. Bu çerçevede, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu’nun, kısa süre önce İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda şeffaflık ve işbirliği eksikliğini vurgulayan ve İran’ı açık biçimde eleştiren bir bildiri yayımlamış olması dikkat çekicidir. Bu gelişme, İran’a karşı oluşabilecek diplomatik koalisyon dinamiklerinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Zira UAEA bildirisi, Avrupa ülkeleri ve ABD başta olmak üzere Batılı aktörlerin, İran’ın nükleer programı üzerinden uluslararası kamuoyu oluşturma ve meşruiyet zeminini daraltma stratejisinin yeni bir aşamaya girdiğine işaret etmektedir.

Bu tür adımlar, İran üzerindeki uluslararası baskının yalnızca askeri caydırıcılık değil, çok taraflı diplomatik izolasyon yoluyla da artırılacağı yönündeki eğilimi güçlendirmektedir.

2. İran İç Politikasında Derinleşen Kırılganlıklar

a) Ekonomik Krizin Yeni Aşaması

İran ekonomisi, uzun süredir uluslararası yaptırımlar, yapısal verimsizlikler, devlet elitlerinin kleptokratik uygulamaları ve kötü yönetişim gibi etkenlerin yarattığı ağır sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Mevcut çatışma ortamıyla birlikte İran’ın enerji ihracat kapasitesinin daha da daralması, yeni yaptırım dalgalarının gündeme gelmesi, artan askeri harcamaların kamu maliyesi üzerindeki baskıyı yoğunlaştırması gibi gelişmeler, ekonomik krizin daha geniş toplumsal kesimleri etkileyecek şekilde derinleşmesine neden olacaktır.

Bu bağlamda, para biriminin hızlı değer kaybı, temel tüketim mallarının fiyatlarında keskin artışlar ve halkın satın alma gücünün dramatik biçimde azalması gibi sonuçlar doğması muhtemeldir. Bu gelişmelerin, özellikle orta sınıf ve genç nüfus üzerinde rejime karşı biriken öfkeyi daha da büyüteceği açıktır.

b) Toplumsal Memnuniyetsizlik ve Olası Ayaklanma Dinamikleri

İran toplumu, son yıllarda art arda yaşanan protesto dalgaları —2019 yakıt fiyatları protestoları ve 2022 Mehsa Emini protestoları başta olmak üzere— rejime yönelik derinleşen güvensizlik ve memnuniyetsizliğin açık göstergelerini sunmuştur.
Bu süreçte gelişen kadın hareketi, şehirli gençliğin özgürlük talepleri ve etnik kimlik temelli siyasal örgütlenmeler, rejimin klasik milliyetçi-mezhepçi söylemleriyle bertaraf edemediği güçlü bir toplumsal dinamik yaratmaktadır.

İsrail ile girilen çatışma ortamı, rejimin bir kez daha “ulusal birlik ve direniş” söylemiyle seferberlik sağlamaya çalışmasına yol açacaktır. Ancak bu söylemin, mevcut sosyo-ekonomik koşullar ve derinleşmiş kimlik temelli talepler karşısında giderek daha sınırlı bir etki yaratması beklenmektedir.

Bu nedenle, ekonomik koşulların daha da ağırlaşması durumunda, ülke genelinde yeni ve muhtemelen daha yaygın bir ayaklanma dalgasının patlak verme olasılığı ciddi biçimde yükselmektedir.

c) Rejim İçi Parçalanma ve DMO’nun Yükselen Rolü

İran’da kriz dönemlerinde Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), rejimin güvenlik ve siyasi mimarisi içinde merkezi bir rol oynamaktadır. Mevcut çatışma süreci de DMO’nun, yalnızca askeri değil, iç siyasi alan üzerinde de daha fazla hegemonik kontrol kurma eğilimini güçlendirmektedir. DMO’nun dış kriz yönetimini üstlenerek sivil hükümet bloğunun manevra alanını daraltması, rejim içi güç dengesinde radikal güvenlikçi fraksiyonların yükselişe geçmesi, olası başarısız kriz yönetimi veya iç ayaklanma hâlinde, DMO’nun fiilen sivil otoriteyi zayıflatarak iktidar mekanizmasının ana belirleyicisi hâline gelmesi gibi olasılıklar gündeme gelmektedir.

Bu süreçte, klasik anlamda bir askeri darbeden ziyade, kurumsal iç darbe veya yumuşak darbe mekanizmaları yoluyla DMO’nun yönetim üzerindeki etkisini daha da pekiştirmesi beklenebilir.

3. Etnik Dinamikler ve Güney Azerbaycan Perspektifi

İran’ın merkezî milliyetçilik söylemi, uzun yıllardır Fars kimliğini merkeze alan ve diğer milli/etnik kimlikleri dışlayıcı bir karakter taşımaktadır. Bu söylem, kriz anlarında ülke genelinde bütünleştirici bir toplumsal refleks üretmekte yetersiz kalmakta; aksine etnik kimlik bilincinin ve ayrışma eğilimlerinin belirginleşmesine zemin hazırlamaktadır.

Yüksek yoğunluklu kriz dönemlerinde rejimin başvuracağı ulusal birlik ve direniş söylemi, özellikle Güney Azerbaycan Türkleri gibi milli/toplumsal gruplar arasında karşılık bulmakta zorlanmaktadır. Zira bu gruplar açısından rejimin ideolojik ve söylemsel yaklaşımı, daima asimilasyonist ve dışlayıcı bir karakter taşımakta ve kendilerine yönelik siyasal, kültürel ve dilsel hakların tanınması yönünde bir adım üretmemektedir. Bu bağlamda Güney Azerbaycan Türkleri açısından mevcut kriz ortamı, önemli risk ve fırsat alanları doğurmaktadır:

  • Devletin merkezî güvenlik kapasitesinin büyük ölçüde dış cepheye ve rejim bekasına odaklanması, Güney Azerbaycan’da siyasi ve kültürel haklar taleplerinin daha görünür biçimde dile getirilmesi için yeni bir hareket alanı yaratabilir.
  • Krizin uluslararasılaşması, İran’ın iç yapısına ve azınlık politikalarına yönelik küresel medya ve diplomatik ilginin artmasına yol açarak, Güney Azerbaycan meselesinin uluslararası görünürlük kazanmasına katkıda bulunabilir.
  • Güney Azerbaycan’daki toplumsal ve siyasal hareketler açısından bu süreç, örgütlenme kapasitesinin güçlendirilmesi, uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesi içinde meşru taleplerin formüle edilmesi ve diaspora ile koordinasyonun artırılması bakımından önemli bir fırsat penceresi oluşturabilir.

Ancak bu fırsatların etkin biçimde değerlendirilmesi, harekete geçecek aktörlerin stratejik öngörüye, disipline ve uluslararası hukuk meşruiyetine dayanan bir çizgi geliştirebilmelerine bağlı olacaktır. Aksi hâlde rejimin güvenlikçi reflekslerinin artması, bu kazanımları kısa vadede geri püskürtebilir ve ağır baskı ortamını beraberinde getirebilir.

4. Türkiye ve Azerbaycan Açısından Bölgesel Etkiler

İran’da yaşanacak olası iç istikrarsızlık ve çatışmanın bölgesel düzeyde yayılması, Türkiye açısından bir dizi güvenlik, insani ve ekonomik risk doğurmaktadır. İran’dan Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası olasılığı oldukça yüksektir. İran’ın etnik ve mezhebi farklılıklar açısından çeşitlenmiş yapısı dikkate alındığında, göçmen profili de çok farklı gruplardan oluşabilir; bu durum Türkiye’deki mevcut göç yönetimi kapasitesini ciddi şekilde zorlayabilir.

Enerji fiyatlarında yaşanacak artış, Türkiye gibi enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskıları artırabilir ve ekonomik istikrar üzerinde olumsuz etkiler doğurabilir.

Türkiye’nin İran krizinde izleyeceği diplomatik çizgi, NATO ve Batı bloğunun politikaları ile kendi bölgesel çıkarları arasında dikkatli bir denge gözetmesini gerektirecektir; bu da Ankara için karmaşık ve dikkatle yönetilmesi gereken bir dış politika manevra alanı doğuracaktır.

Azerbaycan açısından ise İran’da yaşanacak iç istikrarsızlık, Güney Azerbaycan Türkleri ile olan tarihsel ve kültürel bağlar dolayısıyla hem fırsatlar hem de yeni sorumluluklar doğuracaktır. Güney Azerbaycan’daki hareketlenmenin artması, Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti üzerinde hem siyasi hem de diplomatik düzeyde dikkatli ve dengeli bir pozisyon alma zorunluluğu getirecektir.

İran’ın iç çatışma yaşaması durumunda sınır güvenliğinin artırılması ve olası kitlesel göç dalgalarına hazırlıklı olunması gerekecektir. Güney Kafkasya’daki enerji ve ulaştırma hatlarının güvenliği daha da kritik hâle gelecek; Azerbaycan yönetiminin diğer ülkelerle koordinasyon içinde bu güvenliği sağlamak için yeni diplomatik ve askeri önlemler geliştirmesi gerekecektir.

Ayrıca Azerbaycan için bu süreç, Güney Azerbaycan meselesini uluslararası kamuoyunda daha güçlü biçimde gündeme getirmek açısından da yeni fırsatlar yaratabilir. Bunun için gerek diaspora ağlarının gerekse resmî diplomatik kanalların daha etkin kullanılması gerekecektir.

Sonuç

İran-İsrail gerilimi, mevcut aşamada İran’ın iç politikasında ve bölgesel dengelerde çok yönlü ve derinleştirici etkiler üretme potansiyeline sahip bir kriz dinamiği olarak şekillenmektedir.

Bu süreçte İran içinde; ekonomik krizin ağırlaşması, toplumsal memnuniyetsizliğin radikalleşmesi, rejim içi parçalanma eğilimlerinin güçlenmesi, etnik ve kimlik temelli hareketlerin daha görünür ve güçlü hâle gelmesi gibi eğilimlerin bir arada gelişeceği, oldukça kırılgan ve karmaşık bir iç siyasal tablo ortaya çıkması muhtemeldir.

Bölge ülkeleri açısından ise Türkiye ve Azerbaycan’ın bu süreci çok boyutlu ve koordineli politika setleriyle yönetmeleri, olası güvenlik risklerini sınırlamaları ve diplomatik fırsatları akıllıca değerlendirmeleri büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak İran, yalnızca dış cephede değil, içerde de tarihsel ölçekte bir dönüşüm eşiğine doğru sürüklenmektedir. Bu dönüşümün yönü ve derinliği ise hem İran iç aktörlerinin, hem de bölgesel ve küresel güçlerin önümüzdeki dönemde geliştirecekleri stratejilere bağlı olarak belirlenecektir.

Dr. M. Rıza HEYET

TEBAREN Başkanı

İlginizi Çekebilir

Pezeşkiyan’ın Azerbaycan Ziyareti ve Verdiği Mesajların Önemi

İkbal AĞAZADE   Açıklama: Bu analiz, Azerbaycan siyasetinde uzun yıllardır fikir ve düşünceleriyle tanınan, Ümid