Tebriz Araştırmaları Enstitüsü’nün öncülüğünde 26-27 Kasım 2016 tarihlerinde İsveç’in başkenti Stockholm’de “İran’ın Geleceğinde Siyasi Çoğulculuk ve Milliyetlerin Rolü” konulu iki günlük seminer düzenlendi.
Dünyanın çeşitli ülkelerinden davet edilen Türk, Fars, Arap, Kürt, Belüç, Türkmen ve Kaşkayi Türklerinden oluşan farklı milliyetler ve etnik grupların katılımıyla gerçekleşen seminerde, son 90 yılda uygulanan ayrımcılık ve asimilasyon politikaları, daha önceden de olduğu gibi ademimerkeziyetçi bir düzenin gerekliliği ve çözüm yolları konuşmacılar tarafından masaya yatırıldı.
Seminerin moderatörü Said Azizi, İran’ın en önemli sorunlarından olan milliyetler meselesinin tartışılması gerektiğine vurgu yaparak, bu tarz toplantıların tabuları yıkacağını ifade etti.
Tebriz-Meşhed tren kazasında hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileyerek açılış konuşmasına başlayan Tebriz Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Mehmet Rıza Heyet, etnik meselenin son yüz yıl İran’ının en önemli sorunu olduğunu, komşu ülkelerdeki olayların İran’da tekrarlanmaması için bu sorunun bir an önce ve adil bir şekilde çözülmesi gerektiğini vurguladı. Heyet aynı zamanda aydınların, özellikle de Fars aydınların asimilasyon ve ayrımcılık politikaları karşısında sessiz kalmasını veya bir sorun olarak görmemesini eleştirdi.
Birinci oturumda konuşan “İranlıların Seküler-Demokrat Partisi” Genel Sekreteri Hasan İtimadi, İran’ın farklı dil ve kültürlerden oluştuğunu, yerel yönetimlere sahip olması gerektiğini, fakat bunun “özerklik” şeklinde olmasına karşı olduklarını belirtti. İtimadi, ademimerkeziyetçilik ilkesinin uygulanabileceğinin, fakat bunun milliyetler, diller ve kültürler üzerinden bir paylaşıma gidilmesinin yanlış olduğunun altını çizdi.
“Çağdaş Azerbaycan Tarihinde Halk Hareketleri ve Onun Azerbaycan Millî Hareketindeki Yansımaları” konusunda konuşma yapan Türk Aktivist Macit Cevadi (Araz), Güney Azerbaycan’da Türklerin özgürlük için verdikleri mücadelenin tarihine değinerek, ülkede özgürlük ortamının sağlanması için önümüzde uzun bir yol olduğunu söyledi. İran halklarının kaderinin birbirine bağlı olduğunu ifade eden Cevadi, rasyonel bir bakışla hareket edilmesi gerektiğine vurgu yaptı. O, aynı zamanda Azerbaycan millî hareketinin Türk milliyetçiliği temeli üzerinde kurulduğunu, fakat diğer faktörlerden de etkilendiğini belirtti.
İkinci oturumda konuşan Öğretim Üyesi Türkmen Aktivist Abdurrahman Deveci, İran’da Türkmenlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal durumunu anlattıktan sonra, Türkmenlerin hem Türk hem de Sünni oldukları için diğerlerinden daha fazla baskıya ve ayrımcılığa maruz kaldığını ifade etti. Deveci, her seçim öncesinde, özellikle reformcular tarafından çeşitli vaatler verildiğini, fakat seçildikten sonra hiçbirinin hayata geçirilmediğini belirtti. Deveci’ye göre, Türkmenlerin yaşadığı Türkmensahra bölgesinin adının değiştirilmesiyle birlikte bölgenin demografik yapısı da sistemli bir şekilde değiştirilmektedir.
“Etnik Meselelerin Gündeme Getirilmesi ve Etnik Grupların Desteklenmesi Gerekliliği” konusunda konuşma yapan ünlü Fars Gazeteci Ahmed Rafet, etnik mesele çözülmeden demokrasinin, demokratik mücadele olmadan da etnik meselelerin çözülmesinin mümkün olmadığını belirterek, bunların birlikte ele alınması gerektiğine vurgu yaptı. Etnik meselelerin şimdiye kadar olduğu gibi bastırılarak ya da anlaşma sağlanarak çözülebileceğini ifade eden Rafet, ilk adımın bu konuyu gündeme getirmek ve tartışmaya açmak olduğuna vurgu yaptı.
İnsan hakları aktivisti, Arap Gazeteci Yusuf Azizi Benitorof, “Birleşik Memleketlerden Federal İran Cumhuriyetine” konulu konuşmasında, İran’ın Pehlevîlerden önce birleşik memleketler (Memalik-i Mahruse) şeklinde yönetildiğini, Pehlevîlerden sonra ise merkeziyetçi bir rejime geçildiğini belirtti. İran’da Fars olmayan milliyetlerin, özellikle de Araplar ve Türklerin sürekli hakaretlere maruz kaldığını belirten Azizi, Fars olmayan milliyetlerin yaşadığı bölgelerin isimlerinin de değiştirildiğine vurgu yaptı.
Üçüncü oturumda konuşan Kürt Aktivist Şahed Alavi, etniksel ve coğrafi federalizmin özellikleriyle ilgili farklı tanımları verdikten sonra, son yüz yılda İran’da uygulanan asimilasyon politikalardan, Farsların İran’da Fars etniği yoktur, Fars bir etnik değil gibi sözlerinin büyük bir yalan olduğundan bahsetti. Ona göre, iki etnikli bölgelerde kimin oraya daha önce geldiği önemli değil, önemli olan her iki etniğin de haklarına sahip olabilmesidir.
Türk Aktivist ve Gazeteci Alirıza Quluncu konuşmasında İran’da Türklere yönelik etiketlemeler ve ön yargılar üzerinde durdu. Ona göre, başat söylem, Türk millî hareketi mensuplarını şiddet yanlısı, başka devletlerin elemanı, Pan-Türkist ve bölücü gibi etiketlemelerle hareket mensuplarını zayıflatmaya ve halkın diğer üyelerinin harekete katılmasını engellemeye çalışmaktadır.
Kaşkayi Türklerinden Ruhullah Muradi ise, Kaşkayilerin kısa tarihinden söz ettikten sonra, onların İngilizler karşısında İran’ı koruduklarına, fakat Pehlevilerden sonra çok ciddi baskılara maruz kaldığına, tüm hareketlerin bastırıldığına, devrim sonrasında ise Kaşkayi kanaat önderlerinin İran’a geri döndüğüne fakat birçoğunun tutuklanarak idam edildiğine değindi. Ona göre, 4-5 milyon nüfusa sahip olmasına rağmen Kaşkayilerin kendilerine özgü bir ili (ostan) ve eyaleti, hatta onların adına bir sokak bile yoktur. Bu nedenle Kaşkayiler kendi dillerinde (Türkçe) yerel radyo, televizyon gibi yayınlardan yoksun kalmış, geleneksel ürünleri ve sanatları yok edilmeye çalışılmıştır.
Dördüncü oturumda Naser Nabatzei ve Mansur Bibak tarafından ortaklaşa hazırlanan ve Nabatzei tarafından sunulan bildiride, Beluçların hem Pehlevî döneminde hem de İran İslam Cumhuriyeti döneminde dilsel, kültürel ve mezhepsel olarak ayrımcılığa maruz kaldığı, özellikle İran İslam Cumhuriyeti döneminde birçok Beluç’un idam edildiği, Beluçların hiçbir kültürel hakka sahip olmadıkları belirtilerek, Beluçların Pakistan’da söz konusu tüm haklara sahip olduğu vurgulandı ve bu bölgenin kendi kendini idare etmesi gerektiği ifade edildi.
Son konuşmacı olan Kürt Yazar Ava Homa, siyasi, dilsel ve kültürel çoğulculuğun gerekliliğine vurgu yaparak, kadınların oynadığı ve oynayabileceği rolün çok önemli olduğunu belirtti. Homa, İran devlet organları tarafından baskıya maruz kalan kadınlar arasında da farklı muamele yapıldığını, örneğin bir Fars kadının tutuklandığı veya baskıya maruz kaldığı zaman hemen duyulduğu, fakat örneğin bir Kürt kadının aynı durumda olmasına rağmen sadece sınırlı bir kesim tarafından duyulduğunu belirtti.
Toplantının ikinci gününde konuşmacılar tarafından hazırlanan Sonuç Bildirgesi, katılımcıların da onayına sunularak, yayınlandı. Bildirinin tüm metni şöyledir:
Sonuç Bildirgesi
Dönemimiz dünyanın birçok ülkesinde demokrasinin yayılmasına tanıklık etmektedir. Fakat bulunduğumuz Orta Doğu bölgesi şu anda insanların temel haklarının çiğnendiği, insan haklarının ve değerlerinin en düşük seviyede olduğu bir bataklığa dönüşmüş durumda. Bu arada İran İslam Cumhuriyeti, sadece uluslararası standartların değil Orta Doğu ülkeleri ile kıyaslandığında da kötü bir geçmişe sahip ve bu yüzden bölge ülkeleri üzerinde olumsuz bir rol oynamaktadır.
İran İslam Cumhuriyeti’nin egemenliği hem dış politikada hem de iç politikada yolunu şaşmış, ülkeyi ve toplumu ekonomik, kültürel, psikolojik, çevresel ve hatta güvenlik gibi alanlarda çok ciddi krizlere sürükleyecek kadar hatalar yapmıştır. İran egemenliği; kadınlar, işçiler, öğretmenler, gazeteciler, muhalifler ve LGBT’ler de dâhil olmak üzere bütün vatandaşların temel haklarını ihlal etmektedir.
Kuşkusuz İran’da insan hakları ihlalinin en ciddi boyutu; toplumsal krize ve derin ayrışmalara neden olan ve her geçen gün daha kötüleşen ve karmaşık hâle gelen milliyetlerin ve etniklerin haklarının ayaklar altına alınmasıdır. 20. yüzyılın başlarında modern İran devletinin kurulmasından bu yana gündeme gelen milliyetler meselesi, bugün iyileşmediği gibi daha da derinleşti ve genişledi. Esasen çok milletli, çok mezhepli ve birçok inancı bünyesinde barındıran İran ülkesi, son yüzyılda tek millet, tek kültür, tek dil, tek din ve tek mezhep şeklinde yönetilmektedir ve bu yönde birçok çaba harcanmaktadır. İran’da hakimiyetlerin şovenist ve ırkçı yaklaşımları ve tutumları, Fars dilli aydınlar arasında da büyük ölçüde yaygındır. Söz konusu aydınlar bazı durumlarda devlet kurumlarını da geçerek Farsların dışındaki milliyetleri yok etmek için girişimlerde bulunuyorlar. Bu durum eleştirilmelidir. Bu çabalar başarısız oldu ancak diğer milliyetler için birçok acı, üzüntü ve felaketin de kaynağı hâline geldi.
“İran’ın Geleceğinde Siyasi Plüralizm ve Milletlerin Rolü” adlı bir konferans düzenleyen Tebriz Araştırmaları Enstitüsü, çok kimlikli İran toplumunun sorunlarının tartışıldığı bir alan hazırlamak suretiyle İran’daki çeşitli milliyetlerin ve etniklerin sorunlarını ve yaşadıkları zorlukları çoğulcu bir bakışla tartışmaya ve çözmeye çalıştı. Bu doğrultuda aşağıdaki hususları İran vatandaşlarının dikkatine ve dünya kamuoyuna sunulmaktadır:
- İran toplumundaki farklı kimliklerin, kültürlerin, dillerin, lehçelerin, dinlerin, inançların desteklenmesi ve korunması ayrıca diğer çeşitli inançların ve millî, dinî, mezhebî ve siyasi farklılıklara da saygı duyulmalıdır. İran hükûmeti, uluslararası yasalar ve yükümlülüklere uygun olarak söz konusu hususların korunması ve yayılması için çaba göstermesi gerekir.
- İran’ın şu anki merkeziyetçi sisteminin yıkıcı bir işlevselliği sahip olduğu ve en kısa sürede acilen söz konusu sistemden ademimerkeziyetçi bir sisteme geçilmesine ihtiyaç var. Açıkçası bu barışçıl geçiş merkeziyetçi bir sistem yerine tüm vatandaşların görüşlerinin ve isteklerinin dikkate alınmasıyla yapılmalıdır ve bu yolda insanların ve toplumun refahı ve huzuruna öncelik verilmelidir.
- İran’daki tüm milliyetlerin, etniklerin ve vatandaşların gelecekte demokratik bir şekilde kendi kaderlerini belirleme ve kendi işlerine hâkim olma hakkına sahip olmaları gerekir.
- Farsların dışındaki diğer milliyetlerin, ulusal topraklarının idaresinin yanı sıra başkentteki devlet kurumlarında ve ülke yönetiminde de söz sahibi olmaları gerekir.
Konuşmacılar ve katılımcılar tarafından